EŞCİNSELLİĞİN ETKİLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
Eşcinsellik, bireyin romantik, cinsel ve duygusal çekimlerini aynı cinsiyete yönlendirmesi durumunu tanımlayan bir kavramdır. Bu özellik, farklı kültürlerde çeşitli isimlerle anılmış ve tarih boyunca tıbbi bir mesele olarak ele alınmıştır. Antik dönemden itibaren, Avrupa'nın rönesans ve orta çağ dönemlerine kadar, eşcinsellik genellikle kınanmış ve cezalandırılmıştır. 19. ve 20. yüzyıllarda, homoseksüellik toplumda tabu olarak kabul edilmiş ve birçok ülkede yasalara aykırı görülmüştür. Ancak, 20. yüzyılın ikinci yarısında, LGBT hareketinin ortaya çıkmasıyla birlikte, eşcinsellikle ilgili algılar ve toplumsal tutumlar önemli ölçüde evrim geçirmiştir.
LGBT ; Lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender (transeksüel) kelimelerin baş harflerinden oluşan bir kısaltmadır ve bu topluluğun amacı eşcinsel haklarını tek çatı altında savunmak ve topluma karşı mücadele etmektir. Zamanla farklı dönemlerde ve farklı coğrafi bölgelerde ortaya çıkan eşcinsel, biseksüel ve trans bireylerin hakları için mücadele eden birçok ayrı grup ve aktivistlerin bir araya gelmesiyle oluşan bu topluluğun modern anlamda ortaya çıkması Stonewall tarafından tetiklenen olaylara dayandırılmaktadır.
28 Haziran 1969 tarihinde New York, Greenwich Village'da bulunan Stonewall Inn adlı bir eşcinsel bara yapılan polis baskınına karşı bir direnişin sonucunda çıkan ayaklanma hızla büyüdü ve olaylar günlerce devam etti. Stonewall Inn çevresindeki sokaklar savaş alanına dönmüştü. Bu olay LGBT hareketinin dikkat çekmesine ve daha örgütlü bir şekilde mücadele etmesine yol açmıştı. LGBT bireylerin eşit haklar için mücadele ettiği bir sembol haline gelmiştir. Toplumsal cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği çeşitliliği konusunda farkındalık yaratma ve eşitlik mücadelesi verme hedefiyle hareket etmeye başlamışlardı.
Stonewall isyanlarının ardından (Duberman, 2008) , eşcinsel ve lezbiyen aktivistler, psikiyatrik teorilerin eşcinsel karşıtı sosyal damgalamaya önemli bir katkı sağladığına inanarak,APA'nın 1970 ve 1971 yıllık toplantılarını bozdu. Ayrıca Jack Drescher (2010) da bu olayların ardından eşcinsel aktivistlerin öfkelerini psikolog ve psikiyatristlere yoğunlaştırdığını ifade etmektedir.
İlerleyen dönemde, protestolar ve panellerle birlikte Amerikan Psikiyatri Derneği (APA), eşcinselliğin psikiyatrik bir tanı olarak kalması gerekip gerekmediği konusunu göz önünde bulunduran iç müzakere sürecini başlattı. Bu konuyu ele alan bir oturum düzenlendi ve katılımcılar arasında, eşcinselliğin APA Nomenklatüründe yer alması konusunu destekleyenler ve karşı çıkanlar bulundu. APA'nın Nomenklatür Komitesi, zihinsel bir bozukluğun tanımınıbelirlerken, genellikle çeşitli ruhsal bozuklukların bireylerde öznel sıkıntı veya rahatsızlık yarattığı sonucuna vardı. Bu yeni tanımlama ile komite, eşcinselliğin tek başına bir zihinsel bozukluk olmadığı konusunda anlaştı. Diğer APA komiteleri ve müzakere organları da bu kararı onayladı ve sonunda APA'nın Yönetim Kurulu, eşcinselliğin DSM'den çıkarılması yönünde oy kullandı. APA'nın çıkarma kararı, oy kullanan üyelerin çoğunluğu tarafından kabul edildi. Ayrıca APA, eşcinsel insanların sivil haklarını destekleyen bir pozisyon beyanı yayınladı. Psikiyatristler, medyada yayılan şekliyle eşcinselliğin tanı kılavuzunda kalması gerekip gerekmediği konusunda oy kullanmadılar. APA üyeleri, APA Yönetim Kurulu'nun kararına ve bu kararı vermek için yürütülen bilimsel sürece "lehte" veya "karşı çıkma" şeklinde oy kullandılar. (Drescher, J. 2009, (Bayer, 1981, P. 148)
Eşcinsellik, 1974 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) ve daha sonra 1992 yılında Avrupalılar tarafından Uluslararası Hastalık Sınıflandırması (ICD) kapsamında sapıklık veya hastalık olarak kabul edilmeyen bir durumdur. Ancak, APA ve ICD, eşcinselliği normal bir davranış olarak tanımlamamışlardır. Eşcinsellik hala toplum, politikacılar ve bilim çevrelerinde tartışmalı bir konudur.
Cinsel sapkınlık terimi, cinsel açıdan sağlıklı olmayan veya normlardan sapma olarak tanımlanır. Ruhsal bozukluk veya anormal davranış kavramları görecelidir ve normalin tanımlanması gerektiğini ifade eder. Toplumun çoğunluğunun değer yargılarını benimseyen ve toplum normlarına uyan bireyler "normal" kabul edilirken, aykırı davranışlar sergileyen bireyler "anormal" olarak adlandırılabilir. Bu bakış açısına göre, eşcinsellik anormal bir davranış olarak görülebilir.
Eşcinselliğin gerçekten bir hastalık olup olmadığı bilimsel verilere dayandırılarak mı yoksa sosyo-politik bir etkiyle mi karar verildiğini araştıran Gültekin’in (2018) açıklaması şöyleydi ;
1973 yılında ne olmuştu? O gün APA‘nın yıllık kongresinde neler yaşanmıştı? APA hangi kriterleri gözeterek eşcinselliği bir hastalık olmaktan çıkarmıştı? Eşcinselliğin hastalık olmadığına dair bilimsel kanıtlar mı vardı, yoksa APA‘nın bu kararı “sosyo-politik” bir etkiyle mi alınmıştı? Kararın alanacağı dönem 1969 Stonewall isyanından sonra APA’nın üzerinde büyük baskı oluşturulmuştu. Toplantılar basılıp, saldırılar yapılıp, tehditler savrulmuştur. Dr. F. Kamenly 1971’de APA’ya “savaş ilanı”nı açıklamıştır. Bu yüzden, Eşcinsellik sorununun doğru bir şekilde algılanabilmesi için bu soruların objektif verilere dayalı olarak cevaplandırılması gerekir. Ancak bu soruların da doğru cevaplanabilmesi için biraz daha geriye gitmeliyiz. 1973 yılına nasıl gelindiğini anlayabilmek çok önemlidir. Çünkü bugün bütün her şey o yıl yapılan toplantıya dayanılarak savunulmaktadır.
APA konuyla ilgili Resmi belgesinde bahsettikleri, APA'nın normal bir eşcinsellik varyantı modelini desteklediği anlamına gelmiyordu. Eşcinsellik kendi başına bir psikiyatrik bozukluk kriterlerini karşılamıyorsa, nedir bu? Açıklayıcı olarak, cinsel davranışın bir biçimidir. Kendi başına bir psikiyatrik bozukluğun gerekliliklerini karşılamadığını kabul ettiğimizde, mesleğimizin kaynağı, önemi ve insan mutluluğu için değeri konusunda artık hemfikir olmamız gerekmez. Benzer şekilde, artık psikiyatrik bir hastalık olarak listelememekle “normal” ya da heteroseksüellik kadar değerli olduğunu söylemiyoruz… Böyle bir öneriyi gerçekleştirmenin etkisi ne olacak? Hiç şüphe yok ki, eşcinsel aktivist gruplar psikiyatrinin sonunda eşcinselliğin heteroseksüellik kadar "normal" olduğunu kabul ettiğini iddia edeceklerdir. Yanlış olacaklar. Eşcinselliği terminolojiden kendi başına çıkarırken, yalnızca eşcinselliğin kendi başına bir psikiyatrik bozukluk olarak kabul edilme kriterlerini karşılamadığını kabul ediyoruz. Eşcinsel davranışın etiyolojisi veya arzu edilirliği ile ilgili herhangi bir özel bakış açısına hiçbir şekilde katılmayacağız. “Bunu DSM‟den silmekle onu normal gördüğümüz ya da heteroseksüellik gibi değerli gördüğümüzü söylemiyoruz. Homoseksüel aktivistler homoseksüelliğin heteroseksüellik kadar normal olduğunu APA’nın kabul etmesini bekliyor. Yanılıyorlar. Bizim onu silmemiz homoseksüelliğin bozukluk kriterlerini karşılamadığı anlamına gelir. Biz hiçbir şekilde homoseksüel davranışın arzulanan bir davranış olduğunu kabul eden özel bir görüş noktasıyla aynı hizada bulunmayacağız” (APA Document Reference No. 730008; aktaran Gültekin, 2018).
Bu resmi belgede ve tarih sahnelerindeki olaylar da açıkça görülüyor ki eşcinsellik, bilimsel kanıttan çok sosyo-politik baskılarla ve özellikle siyasi/politik arkaplanıyla bu sürece gelmektedir. Eşcinsel bireyler istedikleri takdirde değişebileceğine ilişkin bilimsel kanıtlarda bulunmaktadır. Bazı gey erkeklerde ve lezbiyenlerde bir tür onarıcı terapinin ardından cinsel yönelimde değişiklik meydana geldiğine dair kanıtları örnek göstermiştir. Literatürde bu tür tedaviler ‘reparative therapy’ (onarım terapisi) olarak adlandırılmaktadır. Pek çok uzman cinsel tercihini değiştirmek isteyen kişilere yardım edilip başarılı olduğu söylenmiştir. Spitzer‘in 2003‘te yayınlanan 200 eşcinselle yaptığı çalışmayı örnek göstererek cinsel tercihi kendi cinsinden yana olan kişilerin istedikleri takdirde bu tercihlerini değiştirebileceklerini gösteren önemli bilimsel kanıtlar vardır. Örneklemin geniş olması bu kanıtı daha da sağlamlaştırmaktadır. Spitzer‘in çalışması uzun süre tartışıldı. Bu çalışmayı gölgelemeye çalışan makaleler yazıldığı gibi, çalışmayı destekleyen bilimsel yazılarında kaleme alındığı bildirdi. Bir çok yargı bu durumda bireylerin eşcinsel ya da heteroseksüel olmayı kendisi seçmediğini ve cinsel yönelimle ilgili çeşitli teoriler ortaya atarak, cinsel yönelimin muhtemelen tek bir faktör tarafından değil, genetik, hormonal ve çevre faktörlerinin etkileşimiyle oluştuğunu varsaymıştır. Şu anda bilimsel araştırmalar, eşcinselliğin doğuştan gelen tek bir gen veya belirli bir DNA koduyla ilişkilendirilebileceğini doğrulamamaktadır. Eşcinsellik gibi kompleks bir özellik, genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin karmaşık etkileşimiyle oluştuğu görüşü hakimdir. Hormonal faktörlerin, çevresel etmenlerin ve beyin yapısının da eşcinselliği etkileyebileceği düşünülmektedir. Dolayısıyla, eşcinsellik konusundaki araştırmalar hala devam etmektedir. Eşcinsellik üzerinde etkili olan faktörler hakkında daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir ve bu konuda bilimsel topluluk arasında farklı görüşler bulunmaktadır.
Eşcinselliğin ele alındığı bilimsel görüşlerden biri Dr. Aidin Salih’in yıllar önce kitaplarında bahsettiği Rekombinant DNA üzerindeki tespitleriyle ortaya çıkmaktadır. Rekombinant Dna , farklı canlılardan alınan DNA parçalarının bir araya getirilmesiyle oluşturulan yeni DNA moleküllerini ifade eder. Bedenimizde bulunan dna yapılarının Mühendisler tarafından kopyası çıkartılarak farklı dna parçalarının birleştirilmesi işlemine denmektedir. Dünyadaki bütün varlıklar da 2 kıvrımlı dna bulunmaktadır. Dna daki değişimleri araştıran bilim adamları 2 sarmalı olan dna yapısını 12 ye kadar çıkartıp tamamen bozulan bir mutant insan haline getirmektedirler. (Salih, 2018, s.398)
Bütün hamilelere rutin olarak rekombinant dna, folik asit, vitamin ve kan yapıcı ilaçlar verilmektedir. Günümüzde çocuk ve gençlere GM katkı maddeleri, yetişkinlere kortizon, östrojen ve insülin gibi protein yapılı rekombinant dna ilaçları verilmektedir. Aidin Salih (Gerçek Tıp, s.402) ‘İnsan, insani sıfatlarını kaybetmekte, bilinmeyen varlıkların sıfatına bürünmektedir.’ derken bu yapıları anlatmaktaydı. Çünkü vücudumuza aldığımız bu maddelerin tam etkileri bilinmemektedir. Dna’yı bozan yapı, hormonlarımızı, beyin yapımızı ve bir çok sistemimizi de bozmaktadır. Bu da akla eşcinselliğin hormonal, çevresel ve genetik etkenlerini getirmektedir.
Yine tarihteki kavimlere baktığımızda eşcinselliğin ilk olarak Babil de Lut kavminde ortaya çıktığını görmekteyiz. Bilim adamları eşcinsellik neden başka bir yerde değil de Babil de meydana geldi diye araştırmaya başlamışlardır. Buldukları en önemli bulgu ‘kurşun’du. Babil tarihte kurşunu ilk kullanan kavimdir. Kurşunu borularda, kaplarda, bahçelerindeki su hortumlarında kullanıyordu fakat araştırma görüldüğü üzere kurşun zamanla ruhsal problemlere yol açıp eşcinselliğe sebep olan bir maddeydi. (Salih, 2018) Şimdi ise eşcinselliğe götüren bir çok yol mevcut. Örneğin; Parfümler, ilaçlar, özellikle hormon ilaçları, önceden lokal olan eşcinselliği yaygın hale gelmesinin başlıca sebeplerden biri olduğunu A. Salih kitaplarında belirtmektedir.
Çünkü bu durumu yaymak için kurşun yeterli gelmemiştir. (Salih, son söz, s.100) Farklı sebeplere ihtiyaç duyulmuş, dnalar değiştirilerek daha iyi bir şey yapacaklarını söylemişlerdi; Bunu yaparlarsa hastalık kalmayacak, her şey tedavi edilebilecek, hapishanelere gerek kalmayacak, suç bağımlılığı gibi ruhsal bozukluklar olmayacak, ölüler dirilecek diyip vaatlerde bulunmuşlardı. Kutsal kitabımız Kuran’da ‘Şeytan söz verir ve umutlandırır, ancak onun sözü bir aldatmadan ibarettir’ (NİSA SURESİ, 121) diyor. LGBT’nin temelinde dna değişimleriyle birlikte bir çoketken olduğu görülmektedir ;
A.Salih’ e (2007) göre dna sarmalımızı bozan faktörler;
-Lazer epilasyon (2 kıvrımlı yapımızın çözülüp açık hale gelmesine neden olmaktadır)
-Kokular (deterjanlar, parfümler, deodorantlar,...)
-Rekombinant dna ilaçları ve aşıları
-Elektromanyetik dalgalar
-Bazı ses titreşimleri ve yankılanmalar ( çok müzik dinlemek)
-Yapay ve kimyasal yiyecekler (paketli gıdalar)
Bununların yanında yediğimiz her şey bizleri etkilemektedir. Nasıl ki çiğ et yiyen aslan vahşi olup ot ile beslenen inek sakin oluyorsa insan da yediği şeylerden etkilenmektedir. Makro düzeydeki bir yapı (gıda gibi) mikro düzeyde bulunan vücudumuzdaki atomaltı hücrelerimizi etkileyebilmektedir. Bu konu yediklerimizin davranışlarımızdaki etkilerine kadar uzanmaktadır. Fizyolojik açıdan sağlıklı olunduğunuzda içsel dünyamız da, psikolojimizde büyük oranda düzelmektedir.
En spesifik örneklerinden biri ; Besinlerin duygu durumuna ve depresyona olan etkisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Özenoğlu, (2018, s.360-361) Besinler ve depresyonla ilgili araştırmasında şöyle söz etmektedir;
Çeşitli araştırmalar, sağlıksız batı diyetiyle depresyon arasında bir ilişki olduğunu göstermiştir. Şekerli içecekler, işlenmiş etler, kızarmış yiyecekler, rafine tahıllar ve yüksek yağ içeren gıdaların tüketiminin depresyon riskini artırdığı bulunmuştur. Bununla birlikte, Japon diyeti, Akdeniz diyeti ve diğer sağlıklı diyetler (meyve, sebze, balık, zeytinyağı, baklagiller vb.) depresyon riskiyle ters ilişkilendirilmiştir. Ayrıca, saldırganlık veya şiddet içeren davranışlarda bulunan bireylerde, vücuttaki besin ögeleri ve nörotransmitterleri etkileyen amino asit eksikliğinin rol oynadığı gösterilmiştir. Bu nedenle, besinsel müdahalelerin psikiyatrik sorunların tedavisinde önemli olabileceği görüşü giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Bu tür bilgilerin sınandığı araştırmalar bize gıdaların vücudumuza ne denli etki ettiğini göstermektedir. Bu etkiler görülürken dna yapımızda yapılan değişikliklerde sizce nasıl etkiler görülmektedir? Dna yapıları değişen bir insanın ‘cinsel yönelim’i denilen unsuru bu ölçüde bir tercih midir? Bilim de bir hipotez olarak ortaya atılan ifadelerin önce sınanabilmesi gerekir.
Eşcinselliğin bir hastalık tanısı olmaktan çıkarılması, siyasi ve sosyo-kültürel taleplerle normalleşmesi bu durumu bilimsel bir gerçek yapmaz. Kanıt, veri, araştırma olmadan alınan kararların her biri toplumu hatta bütün dünyayı etkileyebilmektedir.
Eşcinsellik her dönemde olduğu gibi günümüzde de toplusal yapının en küçük çekirdeği olan ‘aile yapısını’ yakından etkilemektedir. Çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik olarak adlandırılan insan gelişiminin her evresinde bu olgunun etkisi popüler kültürün getirdiği psikososyal sorunlarla birlikte görülebilmektedir. Eğer LGBT hareketinin amacı kendi hak ve özgülükleriyse neden ABD ve Avrupa’da henüz akli olgunluğa erişmemiş çocuklara cinsiyet dayatması yapılmaktadır? Bu durum bütün insanlığın haklarının ihlali değil midir? Yapılanların özgürlük sınırlarını aştığı ve amacının dışına çıktığı görülmektedir. Özgürlük, kendi değerlerini kimseye dayatmadan ve başkasının sınırlarını aşmadan yapılan eylemler olarak kabul görmektedir. O halde LGBT hareketi bu ölçüde bütün insanlığın haklarını ihlal ederek dünyayı toplumsal bir dayatma altına aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dramatik bir dille toplumun gündeminde tutulmaya çalışılan LGBT’nin 1973 yılına kadar psikiyatrinin tanı kitabı olan DSM’de bir hastalık olarak tanımlanırken nasıl vazgeçildiği tarihte açıkça görülmektedir. LGBT'nin kökeniyle ilgili tarihsel süreçten başlayarak, bu durumun sadece bir tercih veya istekle ilişkili olmadığı, yapay gıdalar, kokular, rekombinant DNA ilaçları, aşılar vb. faktörlere dayandığı anlatılmıştır. İnsanların doğdukları anda DNA yapılarına müdahale edilmesi ve her taraftan etkilenen bozulmuş DNA yapılarıyla bu sürecin normale dönüştürülmeye çalışılması bilimsel açıdan yanlış bir yaklaşımdır. Birçok ilaç prospektüsünde kişilik değişimi gibi yan etkiler yer almaktadır. Ancak bu konular bize dolaylı yollardan sunulmaktadır. Kullandığınız ilaçla eşcinsel olabileceğiniz, ensest ilişkilere eğilim gösterebileceğiniz, kişilik değişimi yaşayabileceğiniz gibi ifadeler kullanılmamaktadır. Gündemde olan "LGBT Hareketleri"ni destekleyen ve bu sapkınlıkları "normalleştirebileceklerine" inanan insanlara, bu araştırma, takip ettikleri yolun açık bir kanıtı olarak sunulmaktadır. Günümüzde LGBT hareketi, dünya genelinde hala devam etmektedir. Bu konuda yapılan araştırmaları, bilimsel, tarihsel ve tıbbi açıdan çok yönlü olarak ele almalıyız.
KAYNAKÇA
BBC türkçe (2017) https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-42416587 adresinden
erişildi.
Duberman, M.B (2008). Stonewall İsyanı (C. Günger, Çeviri Ed.) Agora Kitaplığı
Drescher, J. (2010), Queer Diagnoses: Parallels and Contrasts in the History of
Homosexuality, Gender Variance and the Diagnostic and Statistical Manual, Arch Sex Behav
39:427-460
Gençcelep, E. Y. (2021) Eşcinsellik Nasıl Legalize Edildi: LGBT Aktivizminin Tarihçesi
Gültekin, M. (2018) EŞCİNSELLİK HAKKINDA.
Özenoğlu, A. (2018). Duygu durumu, besin ve beslenme ilişkisi. Acıbadem Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Dergisi, 9(4), 357-365.
Sari Gokten, E. (2021). Gender dysphoria and homosexuality: A patient series. Annales
Médico-Psychologiques, Revue Psychiatrique. doi:10.1016/j.amp.2021.06.004
Salih, A. (2007). Gerçek Tıp Yitik Şifanın İzinde. Dna’daki Değişimler (398-402)
Salih, A. (2019). Son Söz Gerçek Tıp Dersleri 2. Eşcinselliğe Götüren Yollar (110)
Good job.. perfect 💜🥀
YanıtlaSilSon zamanlarda bu konuyla ilgili her şey tercih olarak gösterilip benimsetilmeye çalışılıyor. Eğer tercihse neden ben benimsemeliyim ki? Demek ki tercih ve ya özgürlük değil.. Bir dayatma.. Yazı zaten bir çok şeyi gözler önüne serdi. Teşekkürler 👍
YanıtlaSilHarika bi yazi
YanıtlaSilEmeğinize sağlık güzel bir yazı olmuş. Maalesef yıllardır çözülemeyen bir konu ve son zamanlarda sosyal medyanın oyunlarıyla gençlerimizin sadece tercih veya böyle yaratıldım duygusunun yanı sıra şimdiki durumda bu tarz insanların sosyal medyada çoğalarak çok rahat yaşam sürmeleri, hayatlarını dışarıya yansıtarak izlenme oranlarının yüksek olması ile gençlere şu aşılandı kolay para kazanma yollarından biride bu, o yüzden yeni nesil gençlerimiz bu algı ile bilinçleri yıkandı. Başka bir örnek verecek olursak böyle yaratıldılarsa sonradan ünlenen bir kişiden gidelim kendisi gay ve sosyal medyada bunu kullanarak paralar kazandı ve şimdi ise normal bir erkek olmayı, bu seferde bunu yaşayarak deneyimleyerek yaşamak istediğini söylüyor bu nasıl yaratılış oluyor tercihle oluyorsa demek ki sizin yazınızda da bahsettiğiniz etkenlerin detaylı incelenmesini bende gönülden istiyorum ve bu sapkınlığın biran önce önünün alınmasını istiyorum. Tekrar emeğinize sağlık.
YanıtlaSilDünyayı hiçbiryere vardırmayacak en çok da taraftarını sömüren iteleme bir kavram lgbt, kaleminize sağlık
YanıtlaSilEllerinize emeğinize sağlık güzel ve faydalı bir yazı olmuş
YanıtlaSil